Beni biraz daha öldür Sebe

Beni biraz daha öldür Sebe!...


Çekişmelerden uzak
Saflık dönemimin kaynağı gibi
Kutsal bir tapınağa sığınırcasına
Çocukluğumun yeşil cennetini çağrıştırıyorsun bana
Yalnızlık ve acının köklerini yüreğimde kurutup
Kendimi bir sürgün gibi hissettiğim günlerden ırak
Cinselliği yaşarken teninde
Soğuk bir meleğin düşüne sığınır gibi
Ne kadar kusurum varsa bir fermanda toplayıp
Dudaklarından yaka yaka...
Beni biraz daha sula!
Beni biraz daha öldür Sebe!...

 

İpek tenli
Uzun boyunlu
Havana kokulu
Doymak bilmeyen bir tanrıça gibi
Uzak iklimleri anımsatan sevginle
Büyücü kadınlar gibi inanmadığın şeyler söylemeden
Şehvetin yasak meyvesini ısırttırıp bana
Yitip gitmeye can attığım sonsuzluğun özlemi içinde
Gözlerin sarnıç misali boşaldıkça dolaraktan
Beni biraz daha soy!
Beni biraz daha öldür Sebe!...

 
Ve sen kadınım!..
Sınırları bilinmeyen bir el tarafından çizilmiş
Açık hava hapishanesi gibisin bana
Hüzünlü pencerelerine düşen güneşi
Yağmurlarla kırıyorsun
Ne kadar kusurum varsa bir fermanda toplayıp
Nefesinden nefesime davetiyeler yollayıp
Yanaklarından sıza sıza
Beni biraz daha sev!
Beni biraz daha öldür Sebe!...

 

Sarhoş bir kayığın
Fırtınada liman araması gibi bedenim
Dinginliği şehvet kokan yatağında aramak
Sevilen bir kadının öpücüklerinde akmak,
Yatışmayan hıçkırıkları bir çırpıda yutup
Dudaklarından yayılan tat kadar
Teninden yayılan kokuyu duyumsamak istiyorum
Beni biraz daha öldür Sebe!...

 
Ve sen kadınım!...
Gizemli bir aynaya benzersin
Baktıkça daha derin
Baktıkça daha benim
Saçların!...
Mutluluğun sessizlikle birleştiği
Zamanın doğurgan olduğu
Derin derin solunan bir ülkeyi çağrıştıran
Yelkenlilerin dizildiği
Gemici türkülerinin birbirine karıştığı yerdir
Çölde susuz kalmış bir gezgin gibi
Düş kokan saçlarına dolanırken hayallerim

 
Ve ben!...
Deniz dalgalarıyla yorgun düşen kıyılar gibi
Sevdiğim kadının gözlerine tutulup kalayım
Bedenini sıradan bir dişi gibi algılamayıp
Sana sunma zayıflığını göstermeden
Coşkuyla uçurum arasında gidip gelmeden
Yalnızlığın yasasını tersine çevirip
Her türlü kuşkudan uzak öpüşmek seninle
Bağışlayıcılığımla önünde elpençe durup
Bir yatıra yalvarırcasına tenine ram olurum

 

Ve sen kadınım!...
Kısır kadının soğuk yüceliğinde
Güzel gözlü kadına kutsallık veren
Ulu ve güçlü kılıp benliğini
Beni kendine inandırmaya çalışan melek kadar
Yüreğimde çiçekler açtırarak dokunursun bana
Ne kadar kusurum varsa bir fermanda toplayıp
Arzulu bakışlarında bağışlarsın beni


Öldür ki
Öldükçe ben
Öldükçe sen
Öldükçe sevda olurum
Sevdamıza adanan kurban olurum
Beni biraz daha öldür Sebe!...

 

Bekir Kale Ahıskalı
Sebe'yi Düşlemek 8
Kasım 2010

Seher Yolcusu

Seher Yolcusu


Ağlamaya geldiğim dünyada 
Zalime baş eğmemişim
Üryanlığıma aldırmayıp
Avaz avaz bağımışım sevdanı
Bir imansız rüzgara kapılmış gönlüm
Genç yaşımda saçımı ağartmışım 
Dokunmamışım benim olmayana
Tenlere parmak izi bırakmadan
Sevmiş... 
Sevilmiş...
Devire baş kaldırmışım






Affetmeyeceğim yeller dalımı kırmış 
Topal bir estere yük diye verilmişim
Kör baltalarla parçalanmış bedenim
İçin için yanmış kömür olmuşum
Demirci ocaklarına meze edilmiş
Körüklerde kızartılmış benliğim
Bir ateşe meze edilmişim de yine
Yılmamış... 
Yıkılmamış...
Demire baş kaldırmışım


  
Çektikçe çekilesi hasretin varken
Akşamdan gitmek için erken demişim 
Haşmetine aldırmayıp Azrail'in
Umutlarımdan yelken edinmişim
Tebessüm sermişim dudaklarıma
Boynum uzattığım anda vurulmuş
Ben yine de ruhumun falezlerime tutunmuşum
Gün olup doğmuş okşamışım başları
Gece olmuş kapılar yüzüme kapatılmış
Afra olmuş pencereden girmişim
Gecenin karanlığına isyan etmişim
Sevdiklerimi kara toprak saklamış
Düşmüş...
Kalkmış....
Kabire baş kaldırmışım




Çepeçevre hüzünle sarılmış her yerim
Bir yetim kadar farkedilmemişim
Belimi kırmış taşıdığım ağır bahar hayali
Yalandan da olsa sorulmamış halim-hatırım
Baharı göreceğimden korkmuş
Saya gecelerini salmışlar üstüme
Dişlerimi dökercesine titremişim 
Kazma seslerinden ürkmemiş
Bağrımı önüne siper etmişim
Yerle bir edilmiş kabaran gururum
Yine de dizlerimin üstüne kalkmış
Sedire baş kaldırmışım






Yıldırmamış beni yaşadığım gün
Aynaların yalanına aldanmamışım
Çıkınıma almamışım hakkım olmayanı
Gözlerimden söküp atmışım
Gün görmeden çirkinleşen güzellikleri
Gitmek için sabahı bekleyen
Seher Yolcusu'yum ben
Heybeme doldurmuşum 
Acıyı...
Sancıyı....
Bir uğruna bine isyan etmişim
Ha bire baş kaldırmışım




Bekir Kale Ahıskalı
Kasım 2010
Sebe yi Düşlemek 7




Saya Gecesi:Kışın en soğuk gecesi

Sebe'yı Düşlemek

Sebe'yı Düşlemek


Sebe'yi düşlemek
Taşı dişlemek gibi bir şey
Hasret ile sabır
Biri arttıkça diğeri azalır
Sabret diyor içimdeki ses
Düşlerimde uzayıp giden yolu
Kesmek kolay olmuyor elbet
Kumlaşan yanık hasretlerin
Uçsuz bucaksız denizine katılmak
Henüz adı konulmamış bir sokakta
Sıfır adımla hayata başlamayı beklemek
Acılarla emzirdiğin içindeki çocuğa
Yersiz yurtsuz bir sevda masalı anlatmak
Kayıt altına alınmayan gözyaşlarıyla
Belirli belirsiz bir hasret büyütmek
Daha ringe çıkmadan havlu atarak
Dudakların pazarını sözcüklere kapatmak


Sebe'yi düşlemek
Taşı dişlemek gibi bir şey
Her erkeği mecnun eden bir erdemi var
Bir ayrılık yaşatır ki yaşatamaz hiç bir duvar
Karanlığın tasa fitili ateşlendimi bir kere anla ki
Yine gece oluyor, çekilecek yorganlar
En koyu yerinde kırmızıya dönecek karanlık
Dudağından fısıltılarla kuşatılacak bedenler
Eller salıverilecek
Yıldızların göğsünde sabahlayacak belki
Kimbilir kaç dere, önce çağlayacak sonra kuruyacak
Eğilmeyen başlarını eğecek yanardağlar
Dudak dudağa öpüşecekler
Bir dağ diğerine yaslanacak yorgunluktan
Nice seyranlar çıkacak, küf kokan samanlıktan



Sebe seni düşlemek
Taşı dişlemek gibi bir şey
Rıhtım sicimleri kadar yorgunum
Uykusu kaçmış bir denizin gözlerinden
Yaş diye döktüğü benmişim gibi
Tüm denizlerin tuzunu yutmuşçasına
Susatır beni hasretinin yangını Sebe
Hangi semt ışıklarına yenildim bilmem
Şu serçe yüreğim dev sevdana gebedir
Pusulaların gösteremediği yöndün sen
Bana el gibiyken, ele bendin sen
Çatlayan dudaklarını düşlerde kanatmadan gel
Koşarak, ayak izlerini bırakmadan, akmadan gel


Piyade sevdalara gülüp geçenler gün gelir
Sevdanın özgürlüğünü ayaklardan içerler
Yine öyle bir gün gelir ki tüm takvimler
Yaprak yaprak aşkı gösterirler
O gün gelinceye kadar Sebe
Bir an olsun ellerimi bırakma
Uykularıma çat-kapı gelmeye devam et
Düşlerimde öyle güzel yalan bak ki bana
Uyanıp da doğrusunu görmek aklıma gelmesin
Nasıl olsa biz
Kimliksiz bir sevdanın
Meşru mahataplarıyız
Kimse tutuklayamaz bizi
Ben yine de hiç bilmeyeyim
Bir düşten akıp giden sadece su mudur
Tükenen ömür mü, yoksa uyku mudur


Bekir Kale Ahıskalı
Sebe'yi Düşlemek
Kasım 2010

46-Gönül Fenerimiz


İki Yüzlü Ay (mıyız).. İçin İçin yanan Güneş (miyiz)… 

Bazı şeyleri biliyoruz… 

Aslında onlara bizim onları bilmemiz için az çaba sarf etmezler hani… Onları bilebilmemiz için o kadar çok ipuçları verirlerki… 

Sabah olacağını…güneşin doğacağını…yağmurun yağacağını…karnımızın acıkacağını 

…ve doğumdan daha gerçektir ölüm. Her gecenin sabahı olduğu gibi her doğumun birde ölümü olacaktır. Biz aslında onuda biliriz. Ama nedense doğum kadar olağan karşılamayız. Doğum olacağı süresi bize dokuz aylık bir dilimde birkaç tane emare ile gösterilerken, ölümün geleceği gerçeği milyonlar emare ile gösterilir. Her doğanın ağlaması, emeklemesi, yürümesi, büyümesi, ergenlik çağına gelmesi ve yaşlanması bir istikamete sevk edildiğimizi gerçeği değilmidir. 

Varlığını, başka bir varlığa borçlu olanların kaderini, hallerini bağlı olduğu varlık belirlemez mi? 

Hayatımızda bir güneş gerçeği vardır. Günümüzü aydınlatan, dünyamızı ısıtan. Kış mevsiminde elini başımızdan çekti diye için için kırıldığımız güneş gerçeği. 

Bir de zaman zaman gecemize başkasından aldığı ışığı bir ayna gibi yansıtan ay gerçeğimiz vardır. Tonton dedemize benzetirken aydede, sevgilinin yüzüne indirip sevgiliye ayyüzlü diye hitap ettiğimiz aydınlığı başkasının ışığına bağlı olan ay gerçeği. 

Biz aslında bunuda biliriz. 

Oysa ay; kendini bize belli etmesi için güneşin merhametine, bulutların gökyüzünde seyahat etmemeleri durumuna bağlı olarak kendisini bize gösterir veya elinde olmayan sebeplerden gösteremez. 

Kendisini gösteremediği geceler kahrederken, gösterdiği gecelerde bile aydınlığını başka bir varlığa bağlı olduğunu bilmemize rağmen, insanların hallerini anlatırken “insanlar ay gibidirler, kimseye göstermedikleri karanlık yüzleri vardır” benzetmesine gider ve buna sıkı sıkıya inanırız. Bunu yaparken güvensizlik düzleminde güven aramaya çalışırız. 

Sevgilerde böyledir. Karşınızdakini görmek istiyorsanız gönlünüzdeki feneri ona doğru yakmak durumundasınız. Siz ona yansıttığınız ışıkla onu görür, fark eder varlığını bilirsiniz. Oysa siz ona ışık tutmadan öncede o vardır ve gönlünüzdeki feneri söndürdüğünüzde de var olacaktır. Onu göremediğiniz durumlardaki karartı, belirginsizlik onun ile alakalı değil sizin onu aydınlatamamanızla alakalıdır. 

Acaba diyorum, biz Ay’ın bu hallerini sıkı sıkıya takip eder açıklarını yakalarken, bize gözüksün veya gözükmesin, günümüzü aydınlatsın veya aydınlatması, yağmurlu havada, karlı havada, biz doğmadan annemizi, biz doğduktan sonra hem annemizi hem bizi, daha sonra hem annemizi hem bizi hemde çocuklarımızı ısıtmak için kendisini için için yakan, içten içe patlamalar yaşayan güneşin bu hallerini dile getiremeyecek, göremeyecek kadar... 

Oysa güneşin bu için için eriyen halleri, çocukluklarında oyun arkadaşımız, gençliklerinde gülücükleriyle, edâlarıyla, nazlarıyla, sözleriyle, gözleriyle gözlerimize baharlar getiren gül bahçelerimiz, olgunluklarında bize güller yetiştirmek için nice sancılar çeken hayat arkadaşımız olan kadınlarımıza ne kadar benziyor. 

Bekir Ahıskalı 
02.09.2006 
 Gönül Fenerimiz 
Kekemekaval-46

İntihar eden sular (Sebe Melikesine)

İntihar eden sular

Sebe Melikesi'ne

Feleğin boynuna taktığı renkli fuları
Islatıyor saçlarından dökülen yağmur suları
Zelzeleler başlıyor kalbimin çarptığı yerden
Zaman gözlerinde çağlıyor birden
Ne senden geçiliyor Sebe, ne de serden
Denizler ki nehirleri biriktirdiğin teştindir
Kimse bilmez damarımda tepinen ateşindir
Gözlerini kapasan, gece oluyor gündüzlerim
Bir lahit kadar sessizleşiyor denizlerim
Bir çift kırlangıç havalanıyor yuvasından
Gözlerini açtığın yerden başlıyor zaman
Seher yeli gibi öpürken dudaklarımı
Al bir renk kuşatıyor yanaklarımı
Bakışların toprağıma atılan tohum gibiler
Senden doğru geliyor esen meltemler
Saçlarına koşuyor bütün yağmurlar
Hoş kokun da olmasa ne kokar bağlar
Soluğunla sinen dağ gibi kalkıp iniyor
Süleyman'ın sallanmaz denilen tahtı sallanıyor
Hüthüt kanat çırpamıyor tebessümünden
Yıldırımlar düşüyor düşmez denilen yerden
Topal karıncalar dört nala koşuyor, toz kaldırıyor
Susturulamayan ne varsa hepsi dilini yutuyor
Birden silikleşiyor alın yazım, kayboluyor defterden
Orada yazmayan şeyler geçiyor içerimden
Eğreti bir bakışın katili olmak istiyorum
İçimdeki çocuğu artık doğurmak istiyorum


Dinle beni Sebe!
Dinle ki dinlediklerin huzur buluyor
Gözlerin nemlense, göklerim ağlıyor


Bir başka yükseklikten intihar ediyor sular
Bilmeyenler bu intiharın adını şelale koyuyorlar
Bilseydi güzelliğini
Süleyman tahtını bırakırdı, bahtını yapardı
Çiçekler kokunu bilseydiler
Senin gibi olmak için topraktan ömür içerdiler
Yıkılan bir putla kaybolamaz senin adın
Bir puta tapmak olsaydı muradın
Sen tahtını putlara vatan yapardın
Bir ay doğardı zincirlendiği dağın ardından
Ne kadar kötü varsa
Hepsi firar ederdi masalından
Nikahsız bir bahttın bende Sebe
Biz fısıltının başka kulaklara firarıydım ben
Acı bir çayın demi kaçardı gözlerime
Soluklaşırdı ufuktaki mavi
Saklanırdı şems eksikliğinden
Bulutların gökyüzüne isyanı başlardı
Bilmem ki sende güzel olmayan ne vardı
Mavi gözlüydü senin dilencilerin
Ah Sebe! vücudumda geziniyor ellerin
Sen ki Havva'nın kızısın, Adem'in gelini
Senin ülkende aşıklara ayrılıktan söz kesilmezdi
Kayıt altına alınamayan yüreğin vardı senin
Hıçkırarak ağlasan Nuh Tufanı'nı yaşar zemin


Gözlerin gülsün Sebe!
Gülsün ki ağlatanlar iflah olmuyor
Gözlerin nemlense, göklerim ağlıyor


Yakışmıyor sana aşk ocağında kıt kanaat yaşamak
Mayışıp kalmak bir türlü taşamamak
Bütün pınarların kaynağı olan yerde, suyla kavuşamamak
Leyla ancak sözün ızdırabıydı
Adem ile Havva'ya verilen aşkın yasağıydı
Mecnu'nun bir adı vardı, aşkın taslağıyla yaşardı
Sen bir türlü susturalamayan avazdın
Bakışlarınla aşkı çağırırdın
Asıl aşkı sen yazardın
Sen gülünce ateş böcekleri ışığını gözlerinden çaldı
Seni görenler yandıkça yıkanırdı, yıkandıkça yanardı
Sen susardın, onlar da sussalardı toğrağı duyarlardı
Konuş isterlerdi, bilmezlerdi ki sen konuşursan
Dilleri bir daha konuşamazdı, pas tutardı
Senin uyuduğun geceler, zeminin gözleri kör kalırdı
Çoğalan ne varsa, azalmaya başlardı
Gereğinden fazla açılan gözkapakların vardı
Işık hüzme hüzme sızardı
En uzun körlüğünü yaşamışım gönlümün
İmbiğimden sızmaz oldu soluklarım
Çeperlerini yaktı göğüs kafesim
Menevişli ellerin yoktu
Aynalar olduğundan güzel göstersinler diye
Fazla mesai yapmazdı ustalar
Tebessümün son nefesten önce verilen şerbetti
Sensizlik gurbet içinde gurbetti

Nazarlarını kaçırma Sebe!
Kaçırma ki vazgeçtiklerin çabuk tükeniyor
Gözlerin nemlense, göklerim ağlıyor


İnsan gibi yaşardın herşeyi, hakkıylaydı solukların
Bu sebeple senin kısa özgeçmişini anlatamazlar
Mertliğin bozulmadığı zamanı yaşıyordun
Barut kokusunu bilmezsin sen
Senin zamanının siyahları, şimdiki beyazdan daha beyazdı
Göğsünü gere gere yürürdü yiğitler
Sırtından hançerleyecek kadar kalleş olmamıştı insanlar
Saklayacak bir şeyi yoktu kimsenin
Fısıltıyla söylenmezdi hiç birşey
Saate gerek duyulmazdı
Saatler seni vururdu
Dalgalar saçlarındı senin
Martı çığlıkları kaynardı kulaklarımda
Sen kıyılarımdan gidersen martılar denizlere küserler
Sırtı toprak kokan emekçiler, aç kalmaktan korkarlar
Bir damla düşecek olsa gözlerinden, boğulur yeryüzüm
Sen geleli beri, bronza çaldı tenim
Yokluğunda hangi varlığa açılır ellerim


Beni bir başıma bırakma Sebe!
Bırakma ki bıraktıkların ırak oluyor
Gözlerin nemlense, göklerim ağlıyor


Son çirkinlikte tükeneleli çok olmuştu
Barudi bakışlar karanlıklarda patlamıştı
İçinden ırmaklar akan gözlerin vardı senin
Kuruyan dudaklarımı sulardı
Gönülleri taşımak en büyük hicretti
Hayalin bittiği yerde esaretim başlardı
Yıldırımların sık düşmediği bir tenin vardı
Dualarla korunurdu barınağın
Sen giderken hasretini bırakırdın zindanıma
Çıngıraklı patikalarda yorulur, düşerdim
Ganimet diye paylaşılırdı, bana bıraktığın sevgi şehrim
Sen giderken yokluğuna mahkum olurdum ben
Tutuklanırdım hiç günah işlememiş en temiz yerimden
Avcı hikayelerinde vururlardı beni,
Seni en çok seven yerimi leş kargalarına verirlerdi


Kuşatmanı benden kandırma Sebe!
Kaldırma ki unuttukların helak oluyor
Gözlerin nemlense, göklerim ağlıyor

Yanıbaşımda olunca istediklerim
Hayallerimle sefere çıkmıyorum ben
Neresinden yakalarsam yakalayayım hayatı
Necati bir gayret oluyor tutunuşum
Sen ısıtan bir rüyasın Sebe!
Ondördünde durdurmuşsun zamanı
Kameri bir durgunluk var sende
Varlığında yedi iklim yaşıyor insan
Sana alışıklığım alnıma yazılı taş bir baskıdır
Gizli serzenişlerim
Yanaklarımı kendimi ele vermesin diyedir
Yokluğun yokluğum oluyorsa, varlığına mecburum
Yokluğuna gönülsüzüm
Üzerinde umutla yürünmeyen kaldırım kadar amaçsızım
İçimi sızltıyor gönül sızım
Doğurgan topraklardan gelmişim ben,
İçimde büyütmeliyim köklerini
Bir su sesine nice yalvarışlarım var
Yıldızsız gecelerimi saymıyorum ömürden


Bana öyle bakma Sebe!
Bakma ki mahzun baktıkların viran oluyor
Gözlerin nemlense, göklerim ağlıyor


Vebalı nehirlerin akıttığının
Vebalini yüklemesinler omuzlarımıza
Yeni bir serüven omuzlayacak gücüm yok artık
Bizim nehirlerimiz saçlarından doğardı
Koy'una zincirli donanma gibi, ellerimi bağlamışlar saçlarına
Hangi çığlık kırar zincirlerimi, hangi yel savurur yamaçlarına
Kıpçak yiğitliğime tatar sarhoşu bakışların var
Uzattım bileklerimi, beni ancak kelepçe anlar
Anlardım ki varsın, aşikarsın
İstesen abad eder, istemezsen yıkarsın
Karanlıklar gündüzde uyuyup kalsa
Biraz daha uzun yaşardı sevdalılar
Sevda yolu ne kadar darsa
Bu yolda yürüyenler kabına sığamıyorlar
Kimse özgürlüğümün farkında değil
Gökyüzü mavisi uçurtmamsın benim
Bir elim sinenden nem toplar
Bu suskunluğum sebepsiz değil
Gözlerim tebessümlerini devşirme derdindedir
Eşiğinde bekletme beni, mahzun bir derviş gibi
Tebessümüm ümidimdendir, sanma murdına ermiş gibi


Bana nazlı nazlı bak Sebe!
Bak ki baktıkların çoğaldıkça çoğalıyor
Gözlerin nemlense, göklerim ağlıyor


Soluyarak toplamışsın, tüm güzellikleri sinene
Son soluğunda çağırdın beni, kevser akan dudaklarınla
Alaca bir günün sonunda, kavuşmak kilitlenircesine
Kapkara lekelerinden arınmak ayrılığın
Çözülmeye yüz tutmuş sorular gibi basitleşmeden
Sarılıp kalmak bedenine, oynaşmadan, elleşmeden
Sebe ben biz aziz değilim
Çekip gidenden geriye kalan bir iz değilim
Çölde uyku tutmayan bir bedeviyim ben
Sahra ateşinin en gür aleviyim ben
İstemem vermesinler Süleyman'ın tahtını
Yeterki bana versinler öpmüş ölmüş bir insanın bahtını
Ölüm ağıtları söyleyemeyen tek şair benim
Doğmadım ki daha, ölümü nerden bileyim
Kandırıyorlar seni Sebe
Bütün diş ağrıları Leyla'dan kalmadır
Diyemedikleri zonklatır insanı
Kavuşamayanları da beyaz kefenliyorlar
Birazdan boşaltırım sana beklettiğim mahzenlerden
Mayışmış gönül çığlıklarımıı
Falları sevmem ben
Seviyor, seviyor diye koparabilmeliyim yapraklarını papatyanın
İtimalli hesaplar bana göre değildir
İçimdeki köklü bir sevdadır ne efsunludur ne de yeldir

Bana gülücüklerini yolla Sebe!
Yolla ki gülümsediklerin huzur buluyor
Gözlerin nemlense, göklerim ağlıyor

Usul usul seveceğim seni usülünde
Yüzeyinde parlayacak denizin dibinde ne varsa
En dibe saklanma gereği duymayacakı inci mercanlar
Bıyığı yeni terlemiş bir genç
Hayallerinden aklanma gereği duymayacak
Ah Sebe! Bir kez düşünde ağırlandım,
Benim bütün kazancım bir düş busesi oldu
Görsen ne hesaplar veriyorum
En masum yerimden hançerleniyorum Sebe
Sayende kazancımdan daha çok bedeller ödüyorum

Sebe!
Sen kollarıma yatan bir çocuk oluvereceksin birden
Yanaklarından öpeceğim kimseler işkillenmeden


Bana masumluğunu sakla Sebe!
Sakla ki sakladıkların kıymetli oluyor
Gözlerin nemlense, göklerim ağlıyor


Bekir Kale Ahıskalı
05 Ekim 2010

16-Söyle mazluma dudağı gülsün

16-Söyle mazluma dudağı gülsün




Yanıbaşımda dikilen heykel bir elini kaldırdı birden. Sanki deniz coşuyordu. Fasit fikirli, yüzü yıkanmamış mecusiler bana doğru geliyorlardı. Davulcular köse vuruyorlardı. Brehmen'in horozunun sesi kısılmıştı. Karalar giymiş bir hatip atını dört nala sürüyordu. Yüzlerinde gülmekten başka yol haritası olmayan mütebessimler zincire vurulmuş olmalıydılar. Seher yeli birazdan eteklerini savuracaktı. Salınmak genç fidanlara yakışıyordu ama ihtiyar ağaçların yapraklarından başka dökülen yanları da olacaktı. Onlar çaresizdiler. Dallarının azıksız yoksullara döndüğünü görmüştüm. Kıyamet gibi uzun bir gece yaşanıyordu. Yan binada sabaha başka hesapları olan bir münafık kandilini yakmış göstere göstere gece namazı kılıyordu. Belli ki suyu yine incitmemişti, abdestsizdi... İçimden akrep gibi sağa sola koşmak geliyordu ama göz mabetlerimin kapılarının kapanma saati gelmişti. Dışa kapanan mabet kapılarım içe açılmıştı. Yılanlarca hasat edilen kurbağa tarlaları gördüm. Düş dene sazlığı ateşe vermek istedim. Sazlıkta yaşayan aslanların yangından kaçarken beni parçalamalarından korktum. İnsan sokan yılanın yavrusunu öldürmemiştim ki bana kin beslesin. Arı kovanına baktım birisi çomak sokmuştu. Bana artık uyku beldesinden göç etmek düşerdi. Mutlaka büyük bir günah işlemiş olmalıydım ki bu gece elim bir azap çektim.









Uyku beldesini terk ettiğimde seher yeli denen dilber eteklerini savurmaya başlamıştı. Koca ağaçların yaprakları dökülüyordu. Genç fidanlar rüzgarla güreş ediyorlardı. Başları toprağa düşse bile kalkıyor, yeniden güreşe tutuşuyorlardı. Seher yelinin bu kadar bağırarak ve çekinmeden konuşmasının tek nedeni vardı. Günahsız olan pervasız konuşur. Onun yaptığı zulüm değildir belki. Göç vakti gelen yaprakların taşınmasına yardımcı oluyordu. Daha yeni açılmış olan gözkapaklarımı iyice açıp yüzümü seher yeline doğru dönerek "gazaba gittiğin vakit aklın başında olsun." diyecektim ki daha ben söylemeden ne demek istediğimi anladı. Yaşlı ağaçları daha az silkelemeye başladı.











Seher yeli!...



Dostların köke benzer sen de ağaca... Ağaç ise köklerinden kuvvet alır. Dostlarının incitmemeye çalış yoksa kendi kökünü kazmış olursun. Dökülen küçük yaprakları umursamamazlık etme. Büyük kalarak yaşamanın şartı odur ki her küçüğün kim olduğunu bilesin. Eline balta vereceğin güçlü adamın mescidin duvarını yıkmayacak kadarda aklı olduğundan emin olmalısın. Unutma! elli yılda kazanılmış nice iyi adlar vardır ki, bir tek kötü şöhret hepsini ayaklar altına almıştır.



Yaprağı savurayım derken rızıkları gasp etme ve yine unutma ki karıncanın önündeki daneyi ancak alçak kuş kapar. Sen güçlüsün yeri geldiğinde mütevazi olmalısın. Tevazu büyüklerden gelirse iyidir. Yoksul tevazusu onun tabiatındadır.















Ey bağban!



Seher yeline karşı tedbirini almalısın. Sen de unutma!... Bir memlekette sultanın tedbiri çobanınkinden az olursa o saltanatın da çobanın sürüsü gibi dağılmasından korkulur. Gücünün yetmediği zamanlarda adalet iste ki zulme göz yumdun diye senden intikam alınmasın. Padişahtan adalet istemeyen kişinin intikamcısı Allah'tır. Unutma seher yeli kendi görevinin derdindedir. Kervan halkı kendi yükünün kaygısını çeker, sırtı yaralı eşeğin çektiklerinden kimsenin haberi olmaz.Senin emeklerinin düşünmez. Zalime diş veren Allah onun dişlerini sökeceği günü belirlemiştir. Eşeğini düşman, vergisini sultan alıp gittikten sonra o memleketin tahtında ikbal kalır mı?





Söyle mazluma dudağı gülsün!...







Bekir Kale Ahıskalı

Ağustos 2010

Kekeme Kaval-16 Söyle mazluma dudağı gülsün!...